Nilay Erdönmez

Basından
IMDB Facebook Twitter Instagram

Nilay Erdönmez: "Kötü olmak için birinin canını acıtmanıza gerek yok"

'Gözetleme Kulesi' adlı filmde ilk başrolüyle Altın Koza Film Festivali'nde En İyi Kadın Oyuncu Ödülü alan Nilay Erdönmez'le buluştuk. Filmin hikayesi üzerinden yaralı insanı, yüzleşmeyi ve insanın karanlık hallerini konuştuk...

Gözetleme Kulesi'nin Ödüllü Oyuncusu Nilay Erdönmez: Kötü Olmak İçin Birinin Canını Acıtmanıza Gerek Yok.

İlk filmle ilk ödülünüzü aldınız, nasıl hissettiniz?

Filme başlarken ödül alırım motivasyonu yoktu. Ancak festival sırasında 'Acaba olur mu?' diye aklımdan geçirmiştim. Ödül açıklandığında bir an şok yaşadım. Birkaç saniye durdum, insan önce algılamak istiyor çünkü. İlk işim olduğu için daha heyecan vericiydi.

Filmin yönetmeni Pelin Esmer, 'Kendilerini iyileştirmeye çalışan Seher ve Nihat'ın hikayesi' demişti. Siz neler söylemek istersiniz? Seher ve Nihat'in taşıdığı yükler, dertler var. Biri gözetleme kulesine çıkıyor, biri otogara sığınıyor. İkisinin de hayatında kaçtığı ve sakladığı sırları var. İki karakter de filmin temel meselesi olan suçluluk duygusu etrafında dönüyor. Bunun için de kendilerini iyileştirmeye çalışıyorlar. Hayat; denk geliyor ve birbirlerini buluyorlar.

HERKES YARALI

Nihat ve Seher iki yaralı insan... Peki, sizce iki yaralı tam insan eder mi yoksa birbirlerini daha mı çok yaralar? Bu filmde iki yaralı bir tam etmiyor. 'İkimiz bir yarımız ve ancak birlikte bütün oluruz' düşüncesi masallara özgü. Çünkü masallar gerçek olmaz. Herkesin bir yarası var her bir araya gelen iki insan yaralıdır zaten. Önemli olan o yaralı hallerimizi ve yaralı hallerimizle birbirimizi sevebilmek.

Siz peki yaralarınızı hangi yollarla iyileştiriyorsunuz, bulduğunuz bir formül var mı?

Bu hissettiğim yaraya ya da soruna göre değişir. Tabii ki yöntem, formül ne olursa olsun sonunda vardığım temel yol ve kilidi açan o yarayla ya da sorunla barışmak. İnsan ancak barışıp kabullenerek aşar zorlukları. O hikaye senindir çünkü. Seni sen yapan duygulardır...

'Seher içinde kötülük barındıran biri' demişsiniz. Siz bu karakteri yaratırken içinizdeki hangi kötülüğü çıkardınız?

Kötü biri demek görece... Bence hiçbir şey söylememek ve hiçbir şey yapmamak da kötülük olabilir. Bazen iyilik yaptığınızı sanırken kötülük yapmış olursunuz. Kötü olmak için birinin canını acıtmanıza gerek yok. Seher için neden kötü dediğimi filmin hikayesi açısından anlatamıyorum. Kimilerine göre vicdansız diye yaftalanacak bir durum karşısındaki tavrı için söylemiştim. Aslında vicdan kavramı da tartışılması gereken bir konu.

Bir karakteri ortaya çıkarırken hangi karanlık yüzünüzle karşılaşıyorsunuz?

İçinizdeki birtakım duyguları sorguluyorsunuz. Belleğinizdeki anlar, anılar, bir objenin çağrıştırdıkları, bir fotoğraf yardım eder bu duyguların ortaya çıkmasına. Mesela bu filmde suçluluk duygularıma döndüm tabii ki. Ne kadarını kabullenebildiğimi, o an onu neden yaptığımı, neden yapmayı tercih ettiğimi sorguladım. Bazen bir başkasının yaşadıklarının suçluluğunu da üzerinize alabiliyorsunuz. Tabii ki temel soru 'Seher olsaydım nasıl bir suçluluk duygusu hissederdim?' Oyunculuk bir noktada bir hayali uydurmaya dayalı. Bu karakteri çıkarma aşamasında kimseyle paylaşmadığım ve sakladığım, utandığım duyguları didikledim.

İNSANI KİM ÇÖZMÜŞ?

Jung'un Gölge Teorisi'ne göre 'kişi kendini nazik biriyim diye tanımlıyorsa aslında gölgesi daha kabadır'... Siz gölge yanlarınızla barışık mısınız?

Keşfedebildiğim bazı gölge yanlarımı biliyorum. Henüz, kendimi tanıyorum. Bu duygularla barışmak da o kadar kolay değil. Barışık olduklarım, barışmaya çalıştıklarım, kavga halinde olduklarım var. İnsanın tamamıyla kendini anlaması bir ömür boyu zaten. Mümkün değil ki. Zaten yaşamın ve varlığının anlamını çözersin. Bugün hala okuduğumuz, yüzyıllar sonra da var olacak eserlerin hepsi de insana dair duyguları anlatıyor, arıyor. İnsanı kim çözebilmiş ki ben çözeyim. En fazla keşfettiğim bazı hallerimden dolayı heyecan duyarım. Oysa insan sonsuz bir varlık. Hayatın güzelliği de bunları çözmek. İnsanın içinde her türlü duygu mevcuttur. Çok eli açık biriyken bir yanınız da çok cimridir. Çok güçlü bir kadın deriz mesela aslında o kişi 'Ben güçsüzüm' der. Güçlü ve güçsüz olduğumuz, savunma mekanizmalarımızın düştüğü zamanlar olabilir. Hayatın kendisi çelişkilerle dolu. Bu çelişkileri kabullendiğimiz zaman olgunlaşıyoruz zaten. Algın genişliyor.

Bu hayatta sizi neler korkutur?

Bu benim de son dönemde sorguladığım bir şey. Neden korkuyorum, niye korkuyorum diye kendime soruyorum. Nedense benim de kafama takılan bir soru bu. Aslında birçok şey var. Bunun şifresini belki bulmak kolay değil ama...

Ben yalnız ve kimsesiz kalmaktan ve şehir değiştirmekten korkarım mesela...

Ben aksine yalnız kalmayı severim. Zaman zaman başka yerlere gidip kendi başıma kalmayı isterim. Hatta beni hiç bilmeyen insanlarla tanışayım, istediğim kadar tanıyayım, istemediğim an kaçabileyim isterim. Bazen kaçamadığın -tabii ki kaçmayı istemediğin sonuçta birilerine de ihtiyacın var- anlar oluyor. Galiba beni en çok saygısızlık korkutuyor. Bunu da şöyle keşfettim: Saldırganlaştığım anları çözümledim. Biri bir şey yapmış sinirlenmişim, diğeri başka bir şey söylemiş sinirlenmişim bunların hepsine baktığımda ortak davranışın saygısızlık olduğunu fark ettim. Bu benim hakkımdan bir şeyi mi götürüyor, özgürlüğüm mü kısıtlanıyor tam bilemiyorum.

Belki de kırılıyorsunuz...

Kolay kolay da kırılmam. O an huzurlu olmanı engelleyecek bir söz, bakış... Karışık duygular...

Rol gereği film için on kilo almışsınız. Peki, en fazla ne yaparsınız bir rol için? Mesela dişsiz birini oynamanız gerekiyorsa dişlerinizi çektirir misiniz? Mickey Rourke 'Güreşçi' filmi için ön iki dişini çektireceğini açıklamıştı...

Çektirmem tabii ki. Senaryoya ve role inanıyorsam, güveniyorsam önce hislerimi dinlerim -ki hisler önemlidir- zaten oyunculuk da sınır zorlamaktır. Bir sınıra dayanıp orayı zorladığını hissediyorsan zaten tatmin oluyorsunuz yaptığınız işten. Bu noktada bir kriterim yok ama dişlerimi çektirmem. Kafamı kırdırmam, o kadar da değil.

ENSEST YOKMUŞ GİBİ DAVRANMAK...

Filmin sonuyla ilgili bir sürpriz ama artık basında yer aldı, bu nedenle sorabiliriz... Toplumun enseste bakışıyla gerçekler pek uymuyor gibi. Bu nasıl bir yaklaşım?

Bu durum sanki hayatın içinde değilmiş gibi davranmak tam bir düzencilik, 'biz ne iyiyiz, ne hoşuz' gibi ikiyüzlü bir davranış. 'Çok ahlaklıyım' diyenlerin neler yapabildiğini görüyoruz, okuyoruz. Ensest yokmuş gibi davranmak masal dünyasında yaşar gibi kendini kandırmak olur. 'Ev içindeki evde kalır' fikri hakim. Yaşanan acılar, kötü olaylar yokmuş gibi davranılır ve işte filmdeki replik gibi 'Normal normal yaşıyoruz' denir. Böyle göstermeyi seviyoruz. Çok da konuşulması kolay değil, özellikle de kadınsan.

Akşam Haftasonu